top of page

Yeni Bir Yönetim Umudu

  • clsrhsnbooks
  • 28 Nis 2024
  • 7 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 18 May 2024

ree

“Dr. Müh. Erdem Çalışkan” yazıp imzasını attıktan sonra uzun uzun satırların olduğu, nizamına dikkat edildiği belli olan elindeki kağıda bir süre baktı. Gözünün önüne yılların emeği geldi. Üniversitenin bu sessiz sınıfları arasında ışıkları yanan belki de son oda burası. Dışarısı zifiri karanlık ve bir kış akşamı...

Mühendis Erdem Çalışkan, pencereden yansıyan belli belirsiz yüz ifadesine ve git gide silikleşen gözlerine dalmış vaziyette. Odasının kapısı tıklatıldı. Ayılıp “Gel!” dedi. Kapı hafifçe aralanarak bir kadın kafasını uzattı. Gecenin bu saatine kadar çalışmış, emek vermiş ve dinlenme ihtiyacını anlatan bir yüz belirdi. “Erdem hocam, ben yarım saate kapıları kapacağım da bilginiz olsun dedim” dedi. “Unutmuşum abla, kusura bakma. Çalışırken gene kafa gitmiş benim. Ben hazırlanıp çıkarım birazdan” dedi Erdem. Kadın, kusur işlemiş gibi hemen durumu toparlamaya çalıştı: “Yok hocam, ben sadece haberiniz olsun diye dedim. Hem bu hafta siz hiç de sizin o...” hatırlayamadı. “şeyden, çalmadınız” dedi. Erdem hafif bir gülümsemeyle “keman mı?” diye hatırlatmaya çalıştı. “Hah, hep unutuyorum. Keman işte. Birden aklıma saz diyesim geliyor. Uzun süredir sizi hiç dinleyemedik. Malum başka kötü olaylar da canımızı sıktı. Belki bu arada siz de...” dedi. Erdem yüz ifadesini bozmadan “Yarım saat vaktimiz var madem, şöyle inletelim burayı, sana bir konser ayarlayayım şöyle ön sıralardan.” dedi. “Aman hocam ya siz de, utandırmayın beni” dedi kadın. Erdem, başını sallayarak “Ne demek öyle şey mi olur? Hem bu bizim son gösterimiz olsun!” dedi. “Nasıl yani hocam?” dedi kadın. “Konuşuruz abla sonra, sen hazırlan! Ben de (başıyla kemanını göstererek) sana bir müzik resitali yapayım” dedi. Kadın daha fazla üstelemeden, aklında yapacağı işleri sayıklayarak ve onları unutmak istemeden başını hafifçe öne eğip gülümseyerek kapıyı çekip uzaklaştı.

Erdem, odasının kapısını açıp sessiz sedasız bölümün tüm sınıflarına eşsiz bir müzik dinletisi yapacaktı. Çenesini kemanına oturtup Ludovico Einaudi’den Experience parçasını çalmaya başladı. Birkaç nota koridorun sessizliğinden geçtikten sonra yukarıdaki odalardan bir ışık açıldı ve topuklu bir çift ayakkabı sesi sanılan bir ses, sırayla: “tak, tak, tak, tak, tak!” ve söndü ışık. Sonra yine “tak, tak, tak” ve kesildi ses.

Hocaların olduğu odalara çıkan basamaklarda güzel bir kadın oturmakta. Silüeti ayın cama vuran ışıklarından yeterince anlaşılmakta. Başı dizlerinin üzerinde duran kollarına dayalı, biraz durağan ve duyguları dalgalı. Kadın neden ışıkları açmış, neden yürüyüp durmuş, sonra neden ışıkları kapatıp yürümeye devam etmiş ve olduğu yerde kalmış!

Erdem’in biraz önce ismini yazıp imzaladığı kağıttan dizeler dökülüyordu, tüm koridora. Anlaşılan sessiz haykırışlar bunlar. Bir yandan çalıyor, bir yandan da içinden ama incitmeden o kadına bağırıyordu.

“Onca mücadeleyle kendimi kabul ettirdiğim,

Duygularımı isyana teşvik ettin.

Mevcut sistemimin yıkılmasını isteyen, emreden

Bildin, yine sensin.

Seni karşıma alıp keşke,

Keşke bu ihtilalin sebebini sorabilsem.

Sokaklarıma döşediğim taşlarımı, bana atmayı bırak!

Ülkemi işgal etmenle bakar kör oldum ve bir haylice ahmak.

Hiçbir kolluk kuvvetim beni dinlemiyor, karar verdim:

En iyisi her şeyi yıkmak, yeniden sıfırdan başlamak.

Tahtımdan iniyorum, işte heybetim.

Pencereden tüm ihtişamıyla, işte meydan!

Çakılmış direkler, rüzgarda kalın bir sicimi sallıyor.

Bunca yıl selam verdiğim ahalim, dört gözle beni bekliyor.

Aklımda ne bir ağaç ne rüzgar ne dağ taş ne de sarılacak eş...

Bir tek şey var adımlarımı zorlaştıran, bana engel olan:

Evet yarım kalan kitabımın yaprakları arasında bıraktığım ayraçtayım.

En yakın tanığım oydu; bazen bir romanın bazen bir şiirin bazen de bir andacın.

Onun gibi nice eskilere meydan okuyorum ama ona sorarsanız, ben hala çağdaşım.

Gözlerine bakarak, gözlerine dalarak ölümü göze aldığım kadın

Konuş biraz! Ömrümün son safhasında sesini duymaya muhtacım.

Karnımı boş ver şimdi, ben seninle yaşayamadıklarıma açım.

Benim ülkem ne fırtınalı ne tipili havalar gördü!

Beni asacaksanız - doğru, çok doğru – böyle günlük güneşlik havalarda asın!

Ben göçtükten sonra son isteğimdir: Tüm pencereleri açık bırakın!

Özgürlüğe hasret kaç can varsa hepsine özgürlüğünü bağışlayın!

İp henüz değmemişken boğazıma, bakıyorum etrafıma

“Ne yapıyorsunuz? Durun, yapmayın, yıkmayın, dokunmayın onlara!”

Gönlümün en gizli kapılarının anahtarı elinde olan kadın,

Sen ihtilali, sana yaptığım mabetleri yıkmak mı sandın?

Çorak topraklarıma ayak basarak kendine macera mı arıyorsun?

Çatık kaşlarımla gece gündüz çırpındığım ülkemin güzel insanlarına

Ne diye yeni bir yönetim umudu aşılıyorsun?

Yine de seni tebrik ederim. Mazeret kabul etmez bir hükümdarın

Önünden eğilmeden geçtin, eğilmedin, korkmadın.

Yol, yarım kaldıysa da yorulmadın.

Hey balıkçı, sen balık mı satıyorsun, tuttuğun balıklara mı bakıyorsun?

Hey doktor bey, siz hiç hasta olup yataklarda yatmaz mısınız?

Hey savcı hanım, siz hiç mi yanlış yapmadınız, hiç mi yapmazsınız?

Bırakın, bırakın beni, çözün diyorum, çözün ellerimi!

Ümitlerimi içime gömerek çıktığım bu dar ağacında, çırpınırsam namerdim.

Anlaştık, peki gözlerim açık gitmeyeceğim.

Hey kolluk kuvvetlerim, çözün diyorum, çözün derhal ellerimi!

Ne söylesem ne istesem ne dilesem biliyorum, görüyorum nafile.

Kalıntıları birleştirip çaba sarf etsen de biliyorsun, görüyorsun virane.

Göçüyorum dostlar, selam söyleyin sevdiklerime, sevemediklerime

Sadece elimden geldiğince işte ve özetle sadece kuru bir selam.

Hoşça kalın misal!

             Erdem ve Sahra’nın tanışıklıkları, lise yıllarına uzanmaktaydı. O yılların ilk seneleri ayrı sınıflarda geçse de zamanla ilgi alanlarına göre alan seçimi yapıldığında yolları kesişmişti. Aynı sınıfta okumak, tanışmak, kaderlerinde vardı. Sahra ve Erdem orta sınıf ailelerde yetişen bireylerdi. Belki de bu sebeple olacak ortak birçok nokta bulmuşlardı. 2000’li yıllarda birbiri ardına yaşanan krizler Erdem’in ailesini maddi açıdan zor duruma sokmuştu. Dedesinin de vefatı üzerine Balıkesir ve Bilecik’teki dükkanları iş yapamaz duruma düşünce kapatmak zorunda kalmışlardı. Erdem bu süreçte babasına yardım etmekle görevlenmişti. Okul hayatından uzaklaşmaya başlamışken Sahra’nın ona desteği gecikmemişti. Bu zorlu süreç en çok onlara yaramıştı. Muhabbetleri ve gülüp eğlendikleri şeyler zamanla bir iki kaş göz işaretiyle açıklanır vaziyete indirgenmişti. Konuşmadan anlaşmayı keşfetmişlerdi. Erdem bu zorlu süreçte akşamları derslerine çalışırken gündüzleri okulunu uyuklayarak sürdürüyordu.

Erdem, daha çok şan ve şöhretle yüksek gelir elde edeceği işleri tercih etmekteydi. Uzun araştırmalar neticesinde mühendisliğin bunun için en uygun şey olduğunu fark etmişti. Bu sebeple de lisede buna odaklanmamıştı. Sahra ise amcasının çocukluğunda getirdiği uçak ve helikopter maketleriyle uyuduğu için içten içe hep bu alanda çalışmak istiyordu.  Bu yüzden yalnızca azme değil, okul birinciliğine de ihtiyacı vardı.

Üniversite yerleştirme sonuçlarının açıklanmasının ardından Sahra için üzücü gelişmelere sebep olmuştu. Erdem, birkaç tercih yapmış onlarda da Bursa’yı yazmıştı. Sahra ise önceliği uçak mühendisliğinden yana yapmıştı. Tercih ettiği okulların puanları o yıl için aniden yükselmiş ve okul birinciliğine rağmen Sahra buralara yerleşememişti. Ancak güzel olan gelişme, Bursa’daki otomotiv mühendisliğine yerleşmesi olmuştu. Böylelikle lisede başladıkları bu güzel beraberlik, Bursa’da devam edecekti.

Alışma sürecinde bir takım zorluklar yaşayan Sahra, ilk yıllarında pişmanlık duymuş ancak araştırmaları sonucunda havacılık alanında çalışmasına mani bir durum olmadığını bizzat bölümünün mezunlarından öğrenmişti. Hatta bazılarının bu alanlarda çalışması merakını da arttırmıştı. Erdem ve Sahra’nın bundan sonraki amacı çalışmak ve kendilerini kanıtlamaktı. Çeşitli seminerlere katılarak, öğrenci topluluklarında aktif rol ve görevler alarak kendilerini kısa zamanda belli etmeye başlamışlardı. Sahra, kariyerinde önemli gelişmeler kaydederken; Erdem, onun arkasından işlerini kontrol etmekteydi. Bu ikilinin gerek yönetimdeki organizasyon başarıları gerek lisansüstü derslerdeki merakları hocaları tarafından da takdirle karşılanmaktaydı. Kimi hocaları başarılı buldukları derslerde derse girip anlatmaları, böylelikle kendilerini daha da kanıtlamalarını sağlamaktaydı. Bu derslerde eğlencenin boyutu bölümün koridorlarında kahkaha olarak yankılanırken katılım da gün geçtikçe artmaktaydı. Bir önceki ve bir sonraki dersler arasında yarı yarıya katılım farkını da gözlemlememek imkansızdı. Bu dersler o kadar eğlenceli ve verimi yüksek olarak gerçekleşirdi ki kendileri bile buna inanamazdı. Bazen tahta kalemini Sahra alır bazen Erdem alırdı. Birbirlerine sürtüşmeleri sınıfın orta yerinde iddiaya girmeleri de komik anılar arasında yer edinirdi. Son sınıfa gelindiğinde hocaları tarafından asistanlık teklifi almışlardı. Gerekli puanları almak için ilgili sınavlara girmişler ve başarılı bir şekilde doğrudan doktora programlarına katılmışlardı. Artık ikisi de adlarının önüne doktor unvanını eklemek için daha çok çalışmaya mecburdular.

Bir hayal kırıklığıyla Bursa’ya gelen Sahra, şimdi bölümün asistan hocalarındandı. Bu konuda Erdem’in katkıları ise kesinlikle göz ardı edilemezdi. İkisi de bu süreçte bölümlerinin laboratuvarlarında çalışmakta ara sıra geldikleri odalarında ise kapılarını açtıklarında göz göze bakabilmekteydiler. İkisi de taşıt tasarım ana bilim dalında ancak farklı konular üzerinde çalışmaktaydılar. Sahra, kompozit yapıların kendi kendini iyileştirebilme yeteneği üzerine çalışırken; Erdem, sayısal hesaplama yöntemleriyle araç üzerindeki akışın modellenmesi üzerine kodlar yazmakta bunları test verileriyle doğrulamaktaydı.

Kısa bir süre sonra Erasmus sınavına giren ikili üstün başarı göstererek ilk sıraları paylaşmışlardı. Ancak Almanya için bir kontenjan vardı ve İtalya için üç adet kontenjan belirlenmişti. Erdem, yazılı sınavı birinci kazanmasına rağmen Almanya’yı değil, İtalya’yı tercih etmişti. Sahra’nın çalıştığı alanda en başarılı kişilerin Almanya’daki o okulda olması sebebiyle bu tercih, Erdem’in Sahra’ya yaptığı büyük bir fedakarlık örneği olmuştu. İkisi de ilk defa yurt dışına çıkmakta ve ilk defa böyle bir macera yaşamaktaydı. Bu sebeple bambaşka bir serüvende anı biriktireceklerdi.

 Sahra ve Erdem, ülkeye geri döndüklerinde oldukça önemli alanlarda referanslar elde etmişlerdi. Geri döndüklerinde derslere yeniden girmeye başlamışlar ve ancak ortak derslerde keyifli eski günleri yâd edebiliyorlardı. İkisi de çeşitli makaleler  yayınlayarak adlarını duyuruyorlardı. Yayınlarına aldıkları atıflar adlarını daha da ön sıralara çekiyordu. Çok kısa bir süre sonra Sahra’ya Ankara’da önemli çalışmalar yürüten, Türkiye’nin üst liginde yer alan bir savunma sanayi firmasından teklif gelmişti. Hocasıyla ve Erdem’le istişareler ederek bu işi kabul etmişti. Ankara’ya gitmeden önce Erdem’in evlilik teklifini de kabul eden Sahra için hayatında bambaşka bir kapı açılmıştı.

Kendi aralarında organize ettikleri küçük bir evlilik merasimi ve balayından sonra Sahra, Ankara’da üst düzey korunaklı bir sitede boşalan eve yerleşmiş ve ufak tefek problemleri gidererek adını Türkiye’nin en iyileri listesine yazmak için çalışmalarına başlamıştı. Birbirleriyle günün her saatinde konuşabilecek kadar iş düşkünü bu iki insan için hayatlarında rahatsız edici bir gelişme yoktu artık. Ara sıra yaptıkları fikir alışverişlerinde bu gizli çalışmanın hiçbir şekilde adını geçirmemeye çalışıyorlardı. Erdem, Sahra’nın her ne kadar bu düzeyde bir çalışmada yer almasını önemsemekteyse de onun için içten içe de endişe duyuyordu.

Aradan yaklaşık 5 ay geçmesine rağmen ne Erdem, Sahra’ya gidebilmişti ne Sahra, Erdem’e gelebilmişti. Ancak artık projenin kabaca oluşturulması sonrasında Sahra ücretsiz izin alarak Bursa’ya yola çıkmıştı.  Erdem o günkü derslerini hocasına devretmiş ve diğer işlerini de mümkün mertebe ertelemişti. Akşama hazırlıklarını yapmış, büyük bir heyecanla Sahra’yı beklemekteydi. Aradan üç dört saat geçmesine rağmen Sahra’nın telefonundan gelen bir aramayla yüreği ağzına gelmişti. Sahra, Eskişehir’e yakın bir özel hastanede yaptığı kaza neticesinde yatmaktaydı. Derhal aracına atlayıp yola çıkmıştı.

Ülkesine çağ atlatacak bu büyük çalışmanın bir neferi olan Sahra’nın kaza haberi, çeşitli haber mecralarında kısa zamanda yayıldı. Korkulan olmamış, Sahra küçük kırıklarla beraber biraz dinlendiğinde geçeceği yaralara sahipti. Ancak yapılan açıklamalar ve kamera görüntüleri bunun bir kazadan ötede bir eylem olduğunu gösteriyordu. Bu olay Erdem ve Sahra’nın başına gelen son kaza süsü olmayacaktı. İnatçılığıyla hatırladığı Sahra, adını duyurmak için geri dönecekti.

Erdem, müzik dinletisini tüm boş koridorlara yaptıktan sonra içten içe bir alkış sesi duyar gibi oldu. Daha birkaç dakika önce kapısını aralayan hizmetli kadın, şimdi sınıfları son kez kontrol ediyordu. Erdem bu arada eşyalarını toplamış ve çantasına sığdıramadığı kağıtlarını defterinin arasında katlayarak koymuştu. Defterin kenarlarından kağıtta yazılan belli başlı isimleri okumak mümkün oluyordu. Odasının ışığını kapatıp dışarıya çıktı.

Hizmetli kadın, koridorun öbür ucundaki merdivenlerden yukarı çıkarak hocaların odalarının da kilitli olup olmadığını kontrol etmekteydi. “Dr. Sahra Aydınlık” yazılı kapının orada durdu, kapı kolunu aşağı yukarı hareket ettirerek kapının kilitli olduğundan emin oldu. Başka bir şey kontrol etme gereği duymadan merdivenlerdeki kadının yanından geçip aşağı indi. Dışarıda kapının önünde duran Erdem hocayı görünce eşyalarını almak için odasına gitti. Bölümün kapısını kilitlerken Erdem’e “iyi akşamlar, hocam” diyerek Erdem’in yanıt vermesini beklemeden o soğuk havada uzaklaştı.

Merdivenlerde oturan kadın kalktı, kapıya doğru yürüdü. İçerideki karanlık, ayın şavkının düştüğü yerlerde bölünüyordu. Erdem arkasını döndü, gülen iki çift göz ve sallanan bir el gördü. Elini kaldırıp salladı, veda etti Sahra’sına.

Hemen üstündeki sokak lambası yanmaya başladı. Sahra’nın kilitli olan odasından içeri giren ışık, merdivenleri aydınlattı. Cama dayalı ağaç dalları, rüzgarda havalanarak birbiri ardına cama vurdu: tak, tak, tak, tak! Ve söndü ışık, duruldu hava. Erdem, arkasını dönüp derin bir nefes aldı, elindeki deftere bakıp son cümlelerini sarf etti:

“Tolstoy’un dediğine göre tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlarmış: Ya bir insan bir yolculuğa çıkarmış ya da şehre bir yabancı gelirmiş. Bizim hikayemizde yola çıkan bu insan, yabancı bir şehirden geçmiş.”


 
 
 

Yorumlar


bottom of page